Çocukluk hatıralarımı süsleyen bir Derviş profili var. Amcamın kızıyla evli bu Derviş amca, insani güzelliği, tatlı dili, uyandırdığı heyecan ve heybetiyle fırından çıkan taze ekmek tadında hala aklımda. Beyaz uzun saçları ve sakalı, tebessümü eksik olmayan çehresi, üzerinde uzun abası, elinde meşe ağacından uzunca asası ve sırtında heybesi vardı. Şu filmlerde canlandırılan dervişlerin gerçeği yani.
1912 yılında Horasan ilçemizin Karapınar Köyünde, yörenin bilinen ailelerinden olan Hüseyin Bey’in evladı olarak doğmuş. Köy köy dolaşan dervişleri çok seven baba, oğluna Derviş adını vermiş. Çocuklara isim koymak önemli. Ne niyetle ne isim verirseniz çocuk da o isme bürünür ve ismine doğru yürür.
Köyün sınırlı imkanları içinde yetişen Derviş, babasının yönlendirmesiyle medrese eğitimi yanında bölgede bilinen mellelerden de dersler almış. Zorlu yıllarda yetişen Derviş, yeteneği ve öğrenme isteğiyle kısa zamanda kendisini dini ilimler alanında geliştirmiş.
4 yıl askerlikten sonra çiftçilikle uğraşmış ama ilimden ve tahsilden hiç uzaklaşmamış. Vefat ettiği 1977 yılına kadar Horasan ve çevresindeki köylere sık sık davet edilir ve konuşmalarından feyz alınırmış. Yörenin kanaat önderi olarak yaşanan anlaşmazlıklarda arabulucu ve uzlaştırıcı rolü ile kendisine danışılır ve sözü dinlenirmiş.
Derviş amcanın oğlu İdris de babası gibi nüktedandı. Babam bir defasında İdris’e; “Oğlum babanın kaç koyunu var? Diye sorduğunda yüz koyundan 97 eksik” şeklinde cevap vermişti. Derviş amca, maddi olarak zayıf ama manevi alanda oldukça zengindi.
“İNSAN OLMAK İNANMAKLA BAŞLAR”
Köye gelişini iple çekerdik. Zira heybesinde mutlaka bir şeyler olurdu. Şeker, taze meyve verirdi çocuklara. Akşamları büyük misafir odamızda zihnini ariflerin dükkânı gibi açar, sakin bir sesle konuşurdu. Bazılarını anlamasam da konuşmasından keyif alırdım. Dünyadan, insan hallerinden, insanlar arası ilişkilerden, ahlaktan ve insanın yolculuğundan söz ederdi. Anlatımlarını beyitler ve hikayelerle süsleyen iyi bir hatipti.
Bu alışkanlık, coğrafyamızın irfan geleneğinin yöredeki tezahürüdür. Zira ahlakın merkeze alındığı bir toplumun inşasında yazılı ve sözlü anlatım geleneğinin yeri büyüktür. Nitekim toplumsal aydınlanmada gerçek medreselerin, bireylerin aydınlanmasında gerçek dervişlerin önemli rolü olmuştur.
Molla Ahmed-i Ceziri başta olmak üzere Feqiyê Teyran, Şemsüddin Ahlatî, Ahmedê Xânî ve Hüseyin Bâteyî gibi Sufi tasavvuf felsefesi ve edebiyatının sözlü anlatım geleneğinin o yöredeki temsilcisi gibiydi Derviş amca.
Anlatımları, çocuk ruhumun ilk ekimleriydi. Zihnimde birçok sözü var da bir tanesini unutmuyorum: “İnsan olmak inanmakla başlar” derdi. Uzun yıllar süren psikoloji ve davranış bilimleri tahsilimle bu söz daha da anlam kazandı zihnimde. İnsan, inandıkça insandır ve inandığı şeyleri başarır.
Derviş amca, evlerde yahut köylüler arasında oluşan olumsuzluklar, hastalıklar, geçimsizlikler kısacası insan ilişkilerindeki daralmalarda adeta bir psikolog, rehber, hoca, bilim adamı, âlim konumundaydı. Aşırılıklardan sakınır, usulca yol gösterirdi. Modern psikolojinin öngördüğü gibi kişilerin yerine karar vermez, seçenekler sunardı. Farklı bir bakış açısı geliştirir, yeni çözümlerin üretilmesini sağlardı. Konuların dini yönü kadar bilimsel yönünü de gelişmiş bir mantıkla aktarırdı. Yüzündeki tebessümü, hitabetini, topluma bir şey verme aşkını ve hal dilini hayatım boyunca örneklemeye çalıştım.
DİN DIŞI KUTSALLIK
Bugün modernitenin hüküm sürdüğü, sanal ortamların hayatımızı süslediği, dijital iletişimin tüm ilişki alanlarımızı kapladığı bir zamanda hayatımızın önemli bir eksiği de dervişlerdir. Yaşamın giderek mutsuz bir çehreye bürünmesinin önemli bir nedeni de etrafımızdaki Derviş amcaların eksikliğidir.
Hayatımızdaki tek sesliliği renklendirecek gerçek rehberleri bulmada zorlanıyoruz. İnsan elbette kendi yolunu bulur. Ancak hayatın giderek karmaşık hal aldığı, insan olmanın, insanlığı sürdürmenin zorlaştığı bir zamanda yolumuzu aydınlatacak ışıklara ihtiyacımız da artıyor.
Din dışı kutsallığın hızla türemesinin önemli bir nedeni de hayatın içindeki gerçek rehberlerden uzaklaşıp sanal rehberlerle avunmamızdır. Nitekim kendi hakikatinin peşinde olması gereken insan bu hakikatten uzaklaşmaktan rahatsızdır. Hazın ve hızın kutsallaştığı, tüketimin hayatın merkezine yerleştiği bir zamanda insan olmanın gereklerinden olan inanma ihtiyacı karşılık bulamıyor.
Bütün mesele şartlar ne olursa olsun insanlığa bir şeyler verme motivasyonunu, bir şeyler alma motivasyonundan güçlü tutmayı başarmaktır. Dijital dünyanın sağladığı olanaklardan bu amaçla yararlanmak mümkündür. Ve insan olmanın erdemini yücelten, ahlakı derinleştiren ve yeniden insan olmaya teşvik eden günümüz dervişleriyle sanal ortamlarda bile olsa buluşmak ve hem dem olmak mümkündür. Böylece egemen aktörlerin insansız bir dünya hayali boşa çıkarılabilir. Molla Ahmed-i Ceziri’nin (1567-1641) bir beytiyle bitirelim:
“Gül satanların bahçesinde enteresan bir manzara gördüm,
Diken karakterlilerin elinde gül; gül sevenlerin elinde diken.”