İnsanın ve toplumun gelişme seyri birbirine benzer. Her ikisinin de normal gelişmesi arzu edilir ama içeriden ve dışarıdan gelen sebeplerle normal gelişim sekteye uğrayabilir.
İnsanın, doğumundan on bir yaşlarına kadarki bebeklik, ilk ve ikinci çocukluk dönemlerinde zihinsel gelişim öndedir. 10-11 yaşlarında başlayan ergenlikle bedensel gelişim hızlanır. Çocuğun kolları ve bacakları uzamaya, bedeni büyümeye ve güçlenmeye, yüz hatları yerleşmeye başlar. Yetişkin insanın görünümüne yaklaşır ama zihni ve ruhu henüz olgunlaşmamıştır.
Ergenlikteki bu ani bedensel değişim ve büyüme, çocuğun alışık olmadığı bir durum olduğundan uyum sorunları yaşanır. Dolayısıyla genç adayı, bir yandan bedenindeki hızlı değişime, diğer yandan da ailenin içindeki ve dışındaki toplumsal hayata uyum sağlamaya çalışır.
Geçiş dönemindeki aile üyesi, çocuk olmaktan çıkmış ama henüz yetişkin de olamamıştır. Bunun için her şeyi sorgulamaya, kendisini anlamaya, bağımsız bir birey olmaya, toplumdaki sosyal ilişkileri, siyaseti, sanatı, sevgiyi anlamaya çalışır. Büyüyen bedeninin uzuvları arasında denge sorunları yaşarken zihin ve gönül dünyasındaki dalgalanmalarla başa çıkmaya çalışır. Nihayet genç, başkalarına bağımlı olmadan hayatını sürdürme, kendini idare etme olgunluğuna kavuştukça üretmeye başladıkça ailedeki ve toplumdaki rolü netleşir, kabul görmeye başlar.
Genetik yatkınlık ve hastalık gibi bedenin kendinden kaynaklanan iç nedenler ve yetiştirme dönemindeki çeşitli kusurlardan kaynaklanan dış nedenler, normal gelişimi aksatabilir. Beden, zihin ve ruh bakımından normal gelişimini tamamlayamayan yahut hastalık geçiren bazı çocukların; bedenleri geliştiği halde zihinleri gelişemeyebilir. Yahut zihinleri geliştiği halde bedenleri çocuk kalabilir. Ya da beden ve zihin olarak geliştiği halde ruh hayatı problemli olabilir.
Dolayısıyla genç, zengin donanımına rağmen kendisini ifade etmekten aciz olabilir. Zihinsel potansiyeli güçlü ama fiziksel engeli yahut bunun tersi olabilir. Beden ve zihin olarak sorunsuz olup ruh olarak kendini idare etme iradesinden yoksun başkalarına mahkûm olabilir.
DÜNYA PARSELLENMİŞ
Sosyal bir sistem olan toplumun gelişimi de benzer süreci izler. Genellikle zor ve zahmetli bir kuruluş döneminden sonra bir toplum, ayakları üzerinde durmak için mücadele etmek zorundadır. Yeryüzünde kurulan devletlerin kendini idare etme iradesini ortaya koymadaki zorlu hikayeleri benzerdir. Zira dünya, her dönemin kendi şartlarında egemen güçler tarafından parsellenmiştir, kaynaklar sınırlıdır ve mevcut düzen kendi başına buyruk yeni bir oyuncu istemez.
Birçok devlet gibi şanlı geçmişimiz Selçuklu ve Osmanlı Devletleri de toplumların kuruluş, gelişim ve yıkılış sürecinde örnek alınacak derslerle doludur. Türkiye Cumhuriyeti’nin, Gazi Mustafa Kemal’in önderliğindeki kuruluş mücadelesi, devletin varlığı, birliği ve bütünlüğünün sağlanması ve sürdürülmesinde bugüne kadar yaşanan zorluklar ve aldığımız mesafe ortadadır. Bu gelişim mücadelesi, ülkenin çocukluk döneminden gençliğe ve yetişkinliğe yani kuruluştan tam bağımsız bir devlete giden yol çok meşakkatli olmuştur. Özgürlüğü bir yaşam biçimi olarak benimseyen insanımız ve devletimiz bugüne kadar neler atlatmadı ki?
Zira büyük uğraşlarla hasta edilen Osmanlı Devleti, dört bir yandan saldırıya uğradı ve yıkıldı. Yerine kurulan devletimizin normal gelişim süreciyle tam bağımsızlık yolu çeşitli yöntemlerle engellenmeye çalışıldı. Sağ sol, Alevi Sünni, Türk Kürt, laik anti-laik gibi ayırımların zihinsel çıkmazlarıyla uğraştırılan toplumumuz kuruluş dönemini aşacak dönüşümde ve kendisi olma basiretini göstermede zorlandı. Bilimsel araştırma, üretim, sanayi ve teknoloji gibi alanlarda gecikti.
Toplum, çocukluk dönemini aşıp ergenlik dönemine geçemeyen birey misali varlık mücadelesi vermekten kendi ayakları üzerinde durmayı sağlayacak normal gelişme seyrini yakalamada hem iç ama çoğunlukla dış kaynaklı çeşitli zorluklar çekti.
ULUS DEVLETİN ÇOCUK KALMASI
Bu gelişmenin yavaş olmasında kendi içimizden beslenen ciddi nedenlerimizin olduğu da bir gerçektir. Keza daha fazla üretmek yerine birbirimizle uğraşmayı, parçayı bütüne, ben’i biz olmaya tercih ettik bazen. Gereksiz politik uğraşlardan dolayı sanayide, üretimde geciktik, gelişmeye direndik, kolay kandık hatta bazen ayrılık ateşine benzin taşıdık.
Rahmetli Demirel’in ifadesiyle iktidarlar muktedir olamadılar. Olamadılar çünkü bu genç ulus devletine biçilen rol belliydi. Sanayi, üretim, ticaret, savunma, eğitim, sağlık… Kısacası uzuvlarının gelişmesi ve büyümesi engellenen bir çocuk gibi toplumumuzun her yönüyle egemenlere bağımlı bir yapı, uydu bir devlet olması yani çocuk kalması arzu edildi.
Dolayısıyla Türkiye, tarım toplumundan sonra ulaşılan ve sanayi devriminin getirdiği teknoloji odaklı çağı yeterince yaşayamadı. Bir anlamda ülkemiz, sanayi devriminin getirdiği olgu çağını yeterince yakalayamadan ve yaşayamadan modernitenin getirdiği algı çağına geçti.
Devletimizin rahmetli Özal ile hızlanan gelişmesi, kendi olma iradesi ve bilinci güçlendikçe buna karşı verilen mücadele de hızlanarak devam etti ve ediyor. Toplumumuzun bütün engellere rağmen normal gelişimini sürdürmeye, büyümeye, kendine yetmeye, kendisi olmaya, içeride daha fazla uzlaşmaya, milli kültürünü korumaya ve bilimsel bakışa ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır.