Recent Articles

İnsani Kriz ve Etik Zekâ (MQ)

A+ A-

Her birimiz kendine özel hayat sahnesinde yer alıyoruz. Ancak hızla küreselleşen ve dönüşen dünyada, içinde yer aldığımız sahneyi bütün olarak görmekten giderek uzaklaşıyoruz.

Dememiz o ki; günümüz insanı, başlangıç ve bitiş zamanını bilemediği varlıklar sahnesindeki gerçek rolünden uzaklaşıyor. Uzaklaşıyor da çeşitli maskelerle bu kendinden uzaklaşmayı, yabancılaşmayı, kendinden geçmeyi, kendi gibi olmamayı telafi etmeye çalışıyor.

Psikoloji ve özellikle davranış bilimlerinin penceresinden günümüz insanına baktığımızda görüyoruz ki; bireyi kuşatan eşya ve varlık gibi işi, konumu, eğitim alanı ve düzeyi ne olursa olsun insanlar da yoğun bir dönüşüm içinde. Teknoloji, ulaşım, iletişim ve günlük hayata dair konforun artışına inat sosyal değerler, kültürel kimlikler, insani etkileşim ve iletişimler azalıyor, daralıyor ve yapaylaşıyor. Daha da önemlisi insani değerler yıpranıyor, aşınıyor. Görünürde ekonomik kriz dünyayı sarsıyor olsa da özde “insani kriz” var.

İnsani erimeyi çeşitli gerekçelere dayandırmak mümkün. Ancak günümüzde birçok ülkede birbirinden bağımsız olarak yapılan araştırmaların ortak bulgusu, insani erimenin başlıca nedeni olarak ahlakı işaret ediyor. Böylece modern zamanın bilim adamları, pek alışık olmadıkları ahlakı ve ahlak odaklı etik zekâyı (MQ-Morality Quotient) inceliyorlar.

TEMEL ZİHİNSEL YATKINLIKLAR

İnsanların birbirinden farkları ile bu kişisel farkların en yoğun olduğu zihinsel yetenekleri belirlemek ve ölçmek insanlık tarihi kadar eskidir. Antik Yunan filozofları, rasyonel bir bakışla insanı insan yapan temel değer olarak aklın öncülüğüne işaret etmişlerdir. Zamanla insanın ve insanlığın hayatını aydınlatan kutsal kitaplar, aklın yanında ahlakı ve özellikle insan onuru ve insani değerleri vazgeçilmez biçimde öne çıkarmıştır. Nihayet modern psikoloji biliminin gelişmesinden sonra zihinsel yeteneklerin ölçülmesi söz konusu olmuş ve bireylerin soyut zekâ düzeylerini (IQ-Intelligence Quotient) belirleyen testler kullanılmaya başlanmıştır. Ancak tek başına gelişmiş alt yeteneklerin ve soyut zihinsel kapasitenin, insanın mutlu ve başarılı bir hayat sürmesinde yeterli olmadığı anlaşılmış ve böylelikle de “duygusal zekâ” keşfedilmiştir. Soyut zekâ; bireyin kavramlar, şekiller, rakamlar, kelimeler dünyasındaki anlamların ve etkileşimlerin hızla kavranmasını sağlar. Duygusal zekâ (EQ-Emotional Quotient) ise kişinin diğer insanlar ve çevre ile kurduğu ilişki, iletişim ve etkileşimindeki başarı ve verimliliğini etkileyen temel zihinsel yatkınlığa işaret eder.

Ne var ki birbirini tamamlıyor gibi görünen bu iki zihinsel kapasitenin günümüz insanının yaşadığı insani erime ile başa çıkmada yetersiz kaldığı anlaşılmıştır. Yaşanan hızlı dönüşümüm yol açtığı insani kriz ve yabancılaşmanın odağında ahlakın yer alması, üçüncü bir zihinsel kapasite olarak etik değerlerin öne çıkmasını sağlamıştır. Öyle ki insanın yaratılışından bu yana bilinen gerek bütün dini inançlarda gerekse evrensel insani değerler arasında baş sırayı alan ahlakın birey ve toplum üzerindeki çimento görevi azaldıkça; temel bir zihinsel kapasite olarak bu potansiyelin geliştirilmesi önemli bir inceleme konusu olmuştur. Bir anlamda modernitenin yol açtığı ahlaki erime ile başa çıkmak, etik zekânın bireysel bir zihinsel kapasite ve yatkınlık olarak ele alınmasına, aranan bir değer olarak öne çıkmasına yol açmıştır.

ETİK ZEKÂ

Etik zekâ, bireylerin ahlak kökenli davranışlarının potansiyelini ve performansını belirleyen zihinsel kapasite olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla günümüz insanının mantık kökenli soyut ve kavramsal zihinsel kapasitesi, ilişki ve etkileşim kökenli duygusal kapasitesi kadar; bunları tamamlayan ve hatta yönlerini belirleyen ahlak kökenli etik zekâ da tartışılmaya, bireylerde ve toplumda aranan yegâne bir potansiyele dönüşmeye başlamıştır.

Kaynağını ahlaktan, gönülden, insani değerlerden alan etik zekânın yeterince gelişmemesi, giderek daralması sonucudur ki; günümüz insanı benlik mücadelesinde yenik düşmektedir. Nitekim etik zekânın en önemli göstergesi, bireyin hayatını kendisine değil başkalarına adamasıdır. Yani başkalarının beklenti ve ihtiyaçlarını kendisininkinden daha yukarıda algılaması, hissetmesi ve buna uygun davranmasıdır. Günümüz insanının giderek şahlanan bedensel ihtiyaçları kadar zihinsel ve daha da önemlisi duygusal ve etik kökenli bireysel ihtiyaçlarını da gidermesi, gerekliliğin de ötesinde zorunlu olmaya başlamıştır. Bunun içindir ki soyut ve duygusal zekâdan etik zekâya doğru dönüşüm giderek hızlanmaktadır. Böylece kişi, düşünce dünyasını yapay görüntülerle değil gerçeklik âleminin insani erdemleri, insani değerleri ve idealleriyle doldurabilir. İnsanlara faydaya yönelen bir kişi, aile, kurum ve toplumun benliğe, ayrımcılığa, öfkeye, çatışmaya zamanı yoktur. İçgüdüsel hazların çekim alanından kurtulmak, ahlak kökenli zihinsel potansiyele daha fazla sarılmak ve geliştirmekle mümkündür. Ancak bu şekilde azların bereketi, çokların yokluğuna; sadeliğin enginliği ve zenginliği, renkliliğin yapaylığına tercih edilebilir. Ancak bu şekilde bireysel mantığın koyu kavramsallığı, duyguların gem vurulmaz hazları; ahlak potansiyeli ile insani davranışa, erdeme dönüşebilir. Dönüşür de akıl, duygu ve gönül bileşke kuvveti bireyi; para, siyaset, makam, statü gibi geçici hazların ötesine, yüksek ve nadide bir ruh hâline ve daha fazla insan olmaya götürebilir. Böylece insanın unutulmaya yüz tutmuş olan ruh tarafı yeniden biyolojik ve psikolojik varlığını tamamlamaya, bütünlemeye, eksik olmaktan kurtarmaya başlar. Dolayısıyla günümüz insanının ve insanlığın yaşadığı insani krizin aşılmasında; işi, konumu, görevi ne olursa olsun her bireyin benlik tutulmasından kurtulup, sıfır noktasında ve hiçliğin bolluğunda mekân tutmasının önemli bir yeri olacaktır.