İnsan, tarihin hiçbir döneminde bu kadar savrulmamıştı. Hem insanlık hem dünya, bugün de savrulmaya devam ediyor. Sebep ne olursa olsun yeryüzünde yaşanan vahşetler, sıradan insanın tahammül seviyesini aşıyor. İnsan eliyle insana ve insanlığa yönelen zulüm; hiçbir dönemde içimizi bu kadar acıtmamış, psikolojimizi normalin ötesine taşımamıştı. Dünya büyük savaşlar yaşadı; çok ciddi felaketler, yıkımlar ve hastalıklarla mücadele etti. Ama bu kez durum faklı.
İnsanın ve insanlığın günümüzde yaşadığı savrulma, yeryüzündeki bütün felaketlerden daha elim sonuçlara gebedir. İnsanın anlamını yitirmeye başladığı, insanın insan olmaktan uzaklaştığı, insanın insan olmaktan utandığı bir zamanı yaşıyoruz. Egemen devletlerin bölünüp parçalandığı, yurtlarından edilmiş insanların çaresiz kaldığı, bir tarafta açlık ve mücadele ile boğuşan insanların olduğu öte yanda zenginlikten ruh sağlığı bozulanların çoğaldığı, aslı olmayan algıların dijital ortamda gerçekleri perdelediği ve doğruyu çarpıtıp yanlışı ya da yalanı hakikat olarak pazarladığı, cinsiyet bilincinin karışmaya başladığı, evliliğin tercih edilmediği, geleneksel aile modelinde bile rollerin karıştığı, inançların her konuya alet edildiği, tek tanrılı dinlere âdeta savaş açıldığı bir zamandayız maalesef.
Bugün sadece Gazze’de yaşananlar bile, dünyanın insani değerler bakımından kararan resminin görüntüsüdür. Düşünün ki temel işi mutlu bir aile ortamında oyun oynamak olan çocuklar, aylardır bombalar altında bir yaşam mücadelesi veriyor. Evladını hayatta tutacak yiyeceği bulmanın mücadelesini veren bir annenin feryadı, bilgi çağını yaşayan modern dünyada göklere yükseliyor.
UÇURTMALAR ve SAVAŞ UÇAKLARI
Kim bilir ne zamandır bir çikolata yememiş, top oynamamış, okula gitmemiş, temiz su içmemiş çocukları düşünün. Savaş uçaklarına karşı kâğıttan uçurtmalarını uçurmaktan öteye gidemeyen çocuklar! Yalın ayak çöplüklerde yiyecek arayan ama tüm masumiyetleriyle gülmeye devam eden çocuklar. Onlar böyle bir dünyayı mı hak ediyor acaba? Annesini, babasını, kardeşlerini kaybetmiş, bir deri bir kemik kalmış çocukların sadece ruh hâlleriyle hâllendiğimizde nasıl bir tablo var karşımızda; düşünün.
Bütün bunlar dünyanın giderek “hak”tan uzaklaştığını gösteriyor. Hak mefhumu, her varlığın varoluş nedenine uygun hareket etmesi ve muamele görmesi anlamına gelir. Bütün eşyanın, canlı ve cansız varlıkların kendine göre bir hakkı vardır. Her varlık mademki bu âlemde bir yer işgal ediyor, bir anlam ifade ediyor; o hâlde boşuna değildir. Ve her varlığın bir hakkı vardır. Bir nesneyi bile o nesne olmanın dışına çıkardığımızda kaos ortaya çıkar çünkü hak çiğnenmiş olur. İşte bugün yaşadığımız tam da budur: İnsanın hakkı çiğneniyor. İnsanlık onurunun yerlerde sürünmesine alışıyoruz. Zulümler sıradanlaşıyor. İnsanlık; normalin dışındaki davranış, saldırganlık ve şiddet odaklı yaşam biçimini kanıksıyor. İnsan olmanın hakkını vermekten giderek uzaklaşıyoruz. Oysaki insan kendisi olmak zorundadır. İnsan önce insandır, sonra kendisidir. Kendi olma keyfiyeti yani ben değerleri insan olma değerinin önüne geçiyor.
ETİK AYRIŞMA
Hiçbir cenaze toprağa gömüldüğü gibi kalmaz. Hiçbir kötülük de karşılıksız bırakılmaz derler. Daha da önemlisi her akım, fikir, davranış beraberinde karşıtını doğurur. Dolayısıyla dünyada yaşanan bu insani erimenin; beraberinde insana ilgiyi, hakkı yeniden baş tacı etmeyi körükleyeceği de bir gerçektir. Belki de bu gerçek, yaşanan acı tabloların karanlığını aydınlatacak ışığı işaret ediyor.
Gazze’de yapılan saldırı ile son evladını da yitiren annenin, toprağa vereceği çocuğunun lastik çizmelerdeki çamuru silmesini ve “Allah’ın huzuruna giderken tertemiz olsun.” nidasındaki teslimiyeti düşünün. Şarapnel parçalarıyla vücudu delik deşik olan evladının cenazesini kollarında taşıyan babanın “Biz O’ndan geldik O’na döneceğiz.” sözlerine yansıyan teslimiyetini, metanetini ve adanmışlığını kapital düşüncenin anlaması kolay değil. Bu manzaralar karşısında şaşıran ve bu teslimiyetin kaynağını anlamaya çalışan Batılıların çoğalması teselli midir bilinmez. Etik bir ayrışmanın yaşandığı, masumiyetin çiğnendiği Gazze ve benzeri tüm beldelerde asıl yıkımın ve asıl kazancın ne olduğuna bakmak ve görmek gerekir. Bir yanda kazanırken aslında kaybedenler, öte tarafta kaybediyor gibi görünen gerçek galipler. Kendinden caydığı hâlde göklere erişen sevdalarını terk etmeyen ve dünyaya meydan okuyan galipler. İşte bu savrulmanın yaşandığı günümüz dünyasında; fert, aile ve toplum olarak daha fazla kendimiz olmak zorundayız. Bilimin ışığını yitirmeden kendi kültürümüzü, geleneğimizi ve inanç değerlerimizi yaşatabildiğimiz oranda bir ve bütün kalır, her türlü tehlikeye karşı koyabiliriz. Bunun için de çok çalışmaya, üretmeye, insanlık adına yaşanan bu irtifa kaybına inat ahlakımızdan ödün vermemeye ve şartlar ne olursa olsun devletimizi yüceltmeye ihtiyacımız var.