Recent Articles

Sen Türkünü Söyle

A+ A-

TRT’nin en güzel yapımlardan biri “Sen Türkülerini Söyle” programı. Yeni sanatçılar, sanatçı adayları türkü söylüyor. Usta jüri üyeleri performansları değerlendiriyor. Programın sunucusunu, jüri üyelerini, yarışmacıları ve izleyicileri buluşturan ortak duygu samimiyet. Dürtü merkezli uyaranların bombardımanı arasında insani derinlik yolculuğumuzu hatırlatan ve samimiyet yükleyen bu yapımların çoğalması şart. 

Anadolu’nun yanık türküleriyle aramızdaki muhabbeti okurlarımız bilir. Coğrafyamızın geleneksel irfan kültürünün canlı tutulması ve sürdürülmesi, yeni sanatçıların yetişmesi, kalabalığın içindeki yalnızlığımızla buluşmamız ama en önemlisi anlam arayışımızda yol almamız bakımından türkülerimiz ve bu yapımlar önemli. Her biri; aşkı, sevgiyi, sevgiliyi, ahlakı, adaleti, hüznü, insanı, ders alınacak geçmiş yaşantıları ele alan bu eserlerle hemdem olmaya bugün daha fazla ihtiyacımız var. TRT’yi ve bu programda emeği geçen herkesi kutlarız. 

Şimdi asıl konumuza gelelim. Yarışmayı kimler kazanıyor biliyor musunuz? Sesi güzel olanlar, türkünün sözlerine ve melodisine hâkim olanlar, sahnede rahat olanlar, izleyenlerle iletişim kuranlar, beden dilini iyi kullananlar. Başka teknik kriterler de vardır. Ama haftalardır izlemeye çalıştığım programda başarıyı getiren temel kriterin, türküyü samimiyetle ve kaynağına uygun okumak olduğunu gördüm. Türküyü icra ederken tüm hücreleriyle işin içine giren ve türkü ile türkü olanlar başarılı oluyor. 

TÜRKÜ “OLMAK”TIR

Hayat bir türkü söylemektir aslında. Türkü yazılmaz, yakılır. Türkü, söyleme eyleminden çok olma eylemidir. Bütün mesele bize sunulan hayat sahnesinde kendi türkümüzü nasıl söylediğimizdir. Kalıcı olmadığımız bu sahnedeki performans önemli. Hayat sahnesinde asıl başarılı kılacak olan hayatımızı doğal mecrasına yani fıtrata uygun ve samimiyetle yaşamaktır. Zira hayatın içinde jüriler ve hayatın sonunda sahne sahibinin değerlendirmesi var. 

Türkünün içine girip her notasının hakkını veren, her kelimeyi kendinden bir parça gibi özümseyen, melodinin doğasından uzaklaşmayan sanatçı misali insan, hayatının her anının hakkını vermelidir. Doğuştan getirdiğimiz yetenek ve yatkınlıklar elbette önemlidir. Ama yetmez. Doğal sesi çok güzel olup bunu kullanamayan, disipline edemeyen, sesine güvenip başka hazırlık yapmayan ve davranışlarıyla uyumsuz duranlar ses yarışmasında başarılı olamıyor. Doğal yeteneğini verimli kullanmak ve insanların istifadesine sunmak için yoğun bir çalışmaya, hayatımıza samimiyetle sarılmaya ihtiyacımız var.

Günümüz insanı hayatın doğal mecrasından, asıl kaynağından uzaklaştı ve bu durum psikolojik dengemizin sarsılmasının en önemli nedenleri arasındadır. Elbette kendimizden de bir şeyler ekleyecek ve zenginleştireceğiz hayatımızı. Ancak bu eklemelerin, hayatımızı asıl amacından uzaklaştırmaması gerekir. Zamana uyduracağız düşüncesiyle sözleri ve melodisi değiştirilen türküden keyif alamadığımız gibi varlık nedenimiz ve temel kişilik donanımımızla uyuşmayan davranışlar da hayat memnuniyetimizi düşürüyor. Aslımızdan uzaklaştırıyor. 

Şu hâlde önceliğimiz hayatı asıl varlık amacına uygun yaşamaktır. Maalesef günümüz insanı hayatın asıl amacını gölgede bırakacak düzeyde sanal ve yapay bir yaşama yönelmiş durumda. Bunun içindir ki hayatının melodisi bozulan, yaşamından zevk almayan, kendisi ve çevresiyle uyumu bozulanların sayısı çığ gibi artıyor. Çünkü hayatın orijinalinden ve kendimiz olmaktan uzaklaşıyoruz. 

AHLAK GELİŞEBİLİR

Zihnimizde yer eden bazı melodileri ve seslendiren sanatçıları düşünelim. Örneğin Barış Manço’nun Dağlar Dağlar, Sezen Aksu’nun Sen Ağlama, Ali Ekber Çiçek’in Haydar Haydar, Neşet Ertaş’ın Gönül Yârini Arar, İbrahim Tatlıses’in Ayağında Kundura… Bazı eserler sanatçısıyla bütünleşir. Eseriyle bütünleşen sanatçılardan aldığımız hazzı aynı parçayı seslendiren bir başkasından alamayız. Nedeni yine doğallık, samimiyet ve duygu geçişinin sağlanamamasıdır. 

Varoluş amacından uzaklaşmamak için hayatımızı bir türkü tadında ve anlamında yaşamamız ve bu türkünün hakkını vermek için var gücümüzle çalışmamız, bireysel ve toplumsal ruh sağlığımız için çok önemli. Varoluş hakikatimizi tehdit eden bunca gelişmeye inat. Modernitenin insani değerleri alaşağı etmesine inat. Aklın her şeyin ölçüsü haline getirilerek ruh ve gönül değerlerinin boşa çıkarılmasına inat. Hayatı öylesine değil, yüksek bir sorumlulukla ve aslına uygun yaşama ahlakı, kendimiz ve çevremizle uyumumuzu destekleyecek yegâne güçtür. 

Hekimin hastasının derdiyle dertlenmesinden, işçinin kalite için aşkla çalışmasından, devlet memurunun hizmetkâr davranışından, eşlerin birbirlerinin ve ailenin ihtiyaçlarına hâkim olmasından, esnafın ölçüden, iş insanının haktan ayrılmamasından söz ediyoruz. Dolayısıyla işimizi yaparken yani hayatımızın türküsünü söylerken işimizle bütünleşmeyi ve samimiyeti başarmak zorundayız. 

Unutmayalım ki işimizle bütünleşmek aklımızın yanına sezgilerimizi, maddenin yanına manayı almamızı, hayatın ve ölümün sahibine aşina olmamızı gerektiriyor. Böylece ahlaka, evrensel insani değerlere ve hayatın anlamına doğru yol alırız. Zira bilincimizin ayrılmaz parçaları olan koku, renk, tat gibi bedene ait, ahlak, adalet, hak gibi ruhumuza ait değerleri sezgilerimizle algılarız.   

Ve yine unutmayalım ki ahlak da diğer insani erdemler gibi geliştirilip büyütülebilir. Yeter ki bütün gücün, güzelliğin ve samimiyetinle “Sen Türkünü Söyle”. 

Bir türkünün dörtlüğü ile bitirelim: 

“Şu karşı yaylada göç katar katar, Bir yiğidin derdi serinde tüter. Bu ayrılık bana ölümden beter, Geçti dost kervanı eyleme beni.” (Pir Sultan Abdal)