Modernitenin asıl mecrasından uzaklaştırarak egemen güçlerin oyuncağına dönüştürmeye çalıştığı sosyal devlet algısının sebep ve sonuçları, insanın yaşamını ve özellikle ruh halini derinden etkilemiştir. Öyle ki günümüz insanı hem varlıkla hem de yoklukla imtihanında giderek zorlanır haldedir. Ve insanlık hangi düzeyde olursa olsun otoriteden gelecek maddi menfaate dayalı bağımlı bir yaşamın kıskacında. Bireyi geleneksel düşünceden uzaklaştıran ve toplumsal aşınmaya neden olan modernite ciddi şekilde eleştiri odağındadır.
“Modernliğin Eleştirisi” (1) kitabı bu eleştiriyi yapan önemli eserlerdendir. Oldukça iyi bir eğitimden sonra toplumsal hareketlilik alanında doktorasını yapan Alain Touraine (1925 – 2023), sanayi sonrası toplum kavramının gelişmesini sağlayan ünlü Fransız sosyologdur. Touraine, moderniteyi akılcılık ve bireysellik çatışmalarından doğan sinerji olarak tanımlıyor ve daha rahat bir yaşam uğruna geleneksel düşünceden uzaklaşmanın, birey ve toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini ve duyguların yeniden yaşamın merkezine koyulması gereğini çarpıcı bir şekilde dile getiriyor.
“18. yüzyıldan itibaren akılcılık akımı tüm kutsallara saldırdı ve hepsini yerle bir etti. Elimizde aklın saldırmadığı tek bir kutsalımız kaldı. Hepimiz o Tanrıya hizmet ediyoruz. Menfaat. Menfaatçilikle beslenen, bireyselcilik tarafından ikna edilmiş yoksullar, totaliter rejimler ve büyük sermayenin karşısında çaresizler.
Çünkü akıl, yoksulların etrafında bir araya gelebileceği tüm kutsalları tahrip ederken, bireyselcilik de insanların arasına duvarlar örüyor. Bir araya gelebilme, bir lidere sahip çıkabilme yeteneğini kaybetmiş ve toplumun dışına düşmüş muhalif hareketlerin gündemleri ise gerçek hayata dair değil.”
BAĞIMLI İNSAN MODELİ
Asıl kutsalların devre dışı bırakılarak aklın merkeze alındığı ve geleneksel olanla yıkıcı bir savaş için kullanılan modernite; gerçek toplumsal hareketliliği önlemiş, toplum kesimleri arasındaki uçurumu derinleştirmiştir. Toplumsal istikrarı ve uyumu zedelemiş, tek tipleşmeyi, hoşgörüsüzlüğü, bireysel yaşamı ve ahlaki yozlaşmayı körüklemiştir.
Ahlak zayıflamıştır çünkü insan sadece aklıyla değil geçmiş yaşantılardan getirdiği gelenek birikimi, duyguları ve ruh hayatıyla bir bütündür. Evrensel değerlerin, etik anlayışın ve ideolojilerin zayıfladığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu resim, bireyin beden ve ruh hayatı üzerinde egemen üst otoritelere bağımlılığı getiriyor ki asıl amaç da bu bağımlılığın oluşmasıdır. Yani çok düşünmeyen, inanmayan, gelenekselden uzak duran, ısrarla benliğini yücelten, alabildiğine tüketen ve yeryüzündeki varlık nedenini sorgulamayan bağımlı bir insan modeli.
Yaratıcıyı ve ölümü unutmaya başlayan buna karşılık yaptığı iyilikleri ve kendisine yapılan kötülükleri unutmayan bir insan. Varlıkla imtihanında şükrü, yoklukla imtihanında sabrı unutan bir insan. Varlığın sahibinden ve esrarından, Yaratıcıyı bilme sanatından ve evrensel ahlaktan uzaklaşan bir insan.
Modernitenin zorladığı bu model; Gazali’nin ifadesiyle “alemin anahtarı olan insan” değildir. Freud’un ifadesiyle kolektif bir zihinsel yapıya ve kolektif bilince sahip olan insan, geleneklerinden uzaklaştığında aslında kendisinden ve kendisini anlamlı kılan değerlerden uzaklaşır. Bu ise gerek bireysel ruh dünyamızda (intrapsişik) gerekse bireylerarası ruhsal ilişkilerimizde (ekstrapsişik) zayıflamaya ve aşınmaya yol açıyor.
Yeryüzünde hızla artan ırkçılık, hoşgörüsüzlük, şiddet, yıkıcı savaşlar, yoksulluk, tabiata yönelik kıyımlar… Bütün bunlar, sözünü ettiğimiz insan modelinin hem nedeni hem sonucu olduğu dünyanın manzaraları değil midir?
DESTEKLERİN PEŞİNDEKİ HAYAT
Bu gelişmelerin ışığında bizim toplumumuzun resmine bakalım. Binlerce yıllık devlet geleneğimizden, geleneksel yaşam alışkanlığımızdan, imparatorluktan sonra cumhuriyet rejimiyle dünyaya örnek bir mücadeleyle kurulan ve bütün çabalara rağmen yıkılmadan yoluna devam eden, birliğini ve beraberliğini güçlendirerek gelişen devletimizden dolayı ne kadar şükretsek azdır.
Farkındalıklarımızı, farklılıklarımızı ve zenginliğimizi bilmek şükür sebebidir lakin şükür eksikliklerimizi görmeye engel olmamalıdır. İnsanların sadece maddi varlığına yönelen modernitenin buhrana sürüklediği ve yönetilemez hale getirdiği batıdaki toplum örneklerini çok iyi okumak zorundayız. Sosyal devletin vatandaşlarına sadece maddi kazanımlar kapısı olmadığını, sosyal devletin esasen çalışmanın, üretmenin, kendisini ifade etmenin, hak ve adaletin yegâne teminatı olduğunu uygulamada daha güçlü biçimde ortaya koymak zorundayız. Devletin vatandaşıyla ilişkisinin salt maddi alışverişe hapsolmasını önlemek zorundayız.
Köylü; hayvan, ekim, traktör, arazi… Şehirli; ev, araç, erken emeklilik, bireysel emeklilik… İşletme sahipleri; yatırım, makine alımı, sigortalı çalışan, kredi… Kısacası bireysel ve toplumsal yaşamın merkezine devletin sağladığı maddi desteklerin yerleştiğini üzülerek izliyoruz. Medyadaki haberlerin çoğunlukla maddi destekleri içerdiğini görüyoruz.
Elbette devletin maddi destekleri, yaşanan ekonomik sıkıntıların hafifletilmesi ihtiyacının bir sonucudur. Ancak içinde bulunduğumuz iş dünyasının çalışan bulmakta giderek zorlandığını, bazı bireylerin çalışmak ve üretmekten ziyade ihtiyaçları olmadığı halde enerjilerini devletten gelecek desteklere odakladığı da unutulmamalıdır.
İnsanımızın ve irfanımızın temel değerlerinden olan çok çalışmanın çalışmamakla, mücadelenin kolaycılıkla, vermenin almakla, bütünsel bakışın bireysel bakışla, bütünün çıkarının bireysel çıkarla yer değiştirmesine müsaade etmemeliyiz. Ve devlet maddi desteklerin yanında sosyal, duygusal ve ruhsal desteklere de kafa yormalıdır.
(1)Alain Touraine (2022). Modernliğin Eleştirisi, (Çev.: Hülya Tufan) Yapı Kredi Yay., İstanbul.