Güncel Yazılar

Kişisel Gelişim

A+ A-

RUTİN HASTALIĞI

Kişisel gelişim kavramı, bilgi toplumu ile çok daha önem kazandı. Nitekim hızlı bilgi artışı, bu bilgilere ulaşma ve uyum sağlama ihtiyacını da hızlandırdı. Klasik okul müfredatları bu ihtiyaca cevap vermeyince; yetişkin eğitimi, yaşam boyu eğitim âdeta yeniden güncel hâle geldi. Doğu toplumlarının, inanç eksenli hayat boyu öğrenme anlayışı; Batı toplumlarında teknolojinin gelişmesiyle birlikte bilimsel bir metot olarak yayıldı. Doğu felsefesi ve eğitimcilerinden Gazzâlî; eğitimi, hayatın sürekliliğine yansıyan bilinçli bir eylem gibi görmüştür. Fârâbî ise kişilerin kendi iç derinliklerine inmelerini ve burada yol almalarını önermiştir. J.J. Rousseau, her insanın kendi bilgi ve becerilerini geliştirmekle sorumlu olduğunu özellikle vurgulamıştır. 

Uzak Doğu felsefesinde ise geleneksel bir yaklaşım olarak; Konfüçyüs öğretisi, kişisel gelişimde öne çıkar. Bu bakışa göre; bireyin hırslarından arınması, öz güvenini kazanması için sürekli bir bilgi kazanımı sürecinde olması öngörülmüştür. Günümüz toplumları için kişisel gelişim kaçınılmazdır. Düşünün ki; bir öğrenci, bir işçi, memur, öğretmen ve benzeri olarak kendinizi geliştirme faaliyetinin dışında kalabilir misiniz? Zaten günlük hayatın hızlı devinimi, zorunlu olarak sizi kişisel bir gelişime itiyor hatta zorluyor. Kimi insanlar, rutinin kör, sağır ve dilsiz eden girdabında kişisel gelişim engelleri ile iç içe yaşamaktadır. İşte bütün mesele bu engelleri aşabilmektir. Esasen rutine girmiş bir hayat, çok önemli bir sosyal yaşam hastalığıdır. Rutin, bireyin dinamizmini yok eden, üreticiliğini bloke eden, yaşam motivasyonunu düşüren bir hastalık gibidir. Çağımız insanının en önemli sorunlarından biri olan kişisel ataleti yenmek çok önemlidir. 

Daha da önemlisi, yaşamın rutininde kaybolmadan yaşam dinamizmini yakalayabilmeliyiz. Bu yolu izleyerek bir fark oluşturmalıyız. Nitekim kişisel gelişimin özünde potansiyelimizi daha fazla harekete geçirmek, performansımızı artırmak vardır. Kişisel gelişim; aynı parkurda yer aldığınız insanlara göre daha kısa zamanda yol almak, derinleşmek, daha renkli daha yoğun daha ufuklu bir duruşu yakalayabilmektir. Kişisel gelişim bir bakıma, kendi iç zenginliğinizi yaşam alanına katmanın çabasıdır. Çevremize dikkatli bakalım. Gerçekten de kişisel gelişim duyarlılığı olanların hayatta fark oluşturabildiklerini görüyoruz. Kendisini geliştirme kaygısı olan öğrenci, standart müfredatın takipçisi olmakla yetinmez. Onun üstüne çıkmak suretiyle bir fark üretir. Yine kişisel gelişime inanan bir çalışan, iş ortamında farklılığını hissettirir. Kısa zamanda öne geçer, terfi alır. 

DOĞUŞTAN GETİRDİKLERİMİZ Mİ? SONRADAN ÖĞRENDİKLERİMİZ Mİ? 

Kişisel gelişimi ele aldığımız bir seminerimizde ilginç bir soru sorulmuştu: “Kişiler dünyaya, doğuştan farklı zekâ ve kişilik altyapısına sahip bir şekilde geliyorlar. O hâlde, hayat boyunca ne yaparsak yapalım doğuştan getirdiğimizle sınırlı değil miyiz?” 

İlk etapta bakıldığında “evet” diyoruz. Bireylerin doğuştan getirdikleri temel zihinsel ve kişilik özellikleri kendilerine has potansiyellerdir. Bunların yaşam boyunca geliştirilmesi, bir dereceye kadar mümkündür. Ama “Sonuçta belirleyici olan, esas kaynaktır.” diye düşünülebilir. Karmaşık bir sorun gibi görünüyor. Karmaşık olduğu içindir ki eğitim ve psikolojinin vazgeçilmez tartışma konularından biri şudur: Doğuştan getirilen özellikler mi yoksa çevreden kazanılanlar mı daha etkilidir? Kendi içinde bir paradoksu barındıran bu çıkmazı tartışmak istemiyoruz. 

Ama aşağıdaki örneğe dikkatlerinizi çekiyoruz. Doğuştan sahip olduğumuz özelliklerle öğrenme süreci ile kazandıklarımızın yaşamımızdaki etkileri bakımından, şu örnek ilgi çekicidir: İki kişi düşünelim. Bunlardan birincisi doğuştan altın özellikler taşımış olsun. İkincisi ise doğuştan daha az kıymetli gümüş özellikler getirmiş olsun. Altın değerinde özellikler potansiyeline sahip kişi; daha rahat, hantal, atıl bir hayat sürüyor. Aslında altın değerinde kişisel özelliklere sahip ama bunlar yaşam alanına yansımıyor. Mesleğe dönüşüyor ama başarıyı sağlamıyor. Atalet içindeki bireyin atıl potansiyeli olarak saklı duruyor. Aynen kilolarca altın külçesi olan ve bunları herhangi bir üretimde değerlendirip büyütmeksizin evde yastık altında saklayan biri gibi. Gümüş değerindeki bireysel özelliklere sahip kişi ise bu özelliklerinin farkındadır. Onları tanımaya çalışır, analiz eder. Onlardan ne çıkabileceğini, onları nasıl değerlendireceğini düşünür, planlar yapar ve uygular. Hummalı bir çalışmayla, gümüş değerindeki özellikleri ile uğraşır. Onları yorar, geliştirir. Aynen gümüş külçeleri olan tüccar misali, onları yastık altında tutmaz. Hayata akıtır, işler. Gümüş külçelerden bilezik, kolye ve benzeri objeler yapar. Yani sahip olduğu gümüş değerindeki potansiyeli hayat sahnesine yansıtıp ekonomiye kazandırır. Her iki kişi yan yana geldiğinde, hangisi daha gelişmiş yahut başarılı görünür? 

Altın potansiyeli olan ama onu evde saklayan, dışarıdan hiçbir belirtisi görünmeyen kişi mi; yoksa gümüş de olsa onu çok iyi değerlendiren, geliştiren ve dışarıdan fark edilecek biçimde işleyen kişi mi? Tabii ki işlenmiş olan gümüş; hayata akmış, işe yaramış, katma değer üretmiş olması bakımından atıl duran altın potansiyelinden daha öne çıkar. Altın, önemli ve değerlidir ama ham potansiyelden performansa dönüşmemiştir. Gümüş ise hamlıktan çıkmış, işlenmiş, ataletten, durgunluktan, rutinden kurtulmuştur. 

Hayatta birçok insan; aslında doğuştan çok farklı, renkli, çok gelişmiş, üstün, ayırıcı özellikler getirmiştir. Ama yetişme süreçlerindeki eğitim ve öğrenme modellerinin etkisi ve en önemlisi iç motivasyonlarının zayıflığı nedeniyle aktif bir kişisel gelişim çabası içinde olamamışlardır. Dolayısıyla bu farklılıklarını ortaya koyamamaktadırlar. Zihinsel yetenekler alanındaki çalışmalar da bunu birebir ortaya koymuştur. Örneğin bireylerin zekâ düzeylerini ölçmeye yönelik testler (IQ testleri) vardır. Bunlardan S.F. Birnet ve Wise en yaygın kullanılanlardır. Kişilerin zihinsel potansiyellerinin, eğitim ve öğretim ile artırılıp artırılamayacağına ilişkin birçok araştırma mevcuttur. 

Bütün bu araştırmaların ortak bir bulgusu şudur: Kişinin zihinsel potansiyeli önemlidir, belirleyicidir ve temel kaynaktır. Ancak bu temel kaynaktan yararlanma düzeyi, bu konudaki çalışma dinamizmi en az potansiyel kadar önemlidir. Bütün bunlardan sonra şu tespiti yapmalıyız: Kişisel gelişim için çoğu zaman öne çıkardığımız engelleri gözden geçirmeliyiz. Çünkü bunların çoğu gerçek engeller değildir. Öğrenilmiş çaresizlik gibi.