Kim bilir her geçen gün kaç yıldız eksiliyor semadan. Göktekilere inat yerdeki yıldızlar da kayıp gidiyorlar. Tane tane düşüp yiten yapraklar gibi.
Kainat, muazzam bir hareket halinde. Canlı ve eşya ile bütünlüğünü bozmadan yol alıyor zaman içinde. Küçük dünyalarında nelerle uğraşıyor insanlar? Durmadan didinen karıncalar misali bir yolculuk halinde herkes. Meşgul ettirildiğimiz şeydir belki de imtihanımız… Ya aşağı çekiyoruz insanları uğraşımızla yahut can evine yükseltiyor, inadına güzelleştiriyoruz onları.
Ne de çabuk unutuyor kimi din adamları, hukuk insanları. Düğmeleri yok cübbelerinin ama rükû edebiliyorlar insanlara, cebi de olmayan cübbeleriyle… Oysaki üstü örtülse de büyük resim kaybolmaz, zulümler ortadan kalkmaz. Ehline teslim edilen emanetler, gün gelir hakikati haykıracaklar ve yarım kalan hesaplar tamamlanacaktır bir gün.
Israrla endişe üretse de fitne ocakları, korkuları umutla bastırmalı bu toplumun insanı. Bağırıp çağırarak konuştuğunu zanneden, kavga ile tatmin olan, taraftar koyuluğunda bütünü yitiren zavallılar. Elbette bir gün duyacaklar sessiz kalabalıkların yürek namelerini… Ve bir ur misali büyüttükleri lanetler, bir olmanın, bütün olmanın güzelliğinde yitip gidecektir. Böylece nefretin dilinden sevginin diline yol alacak insanımız.
Tarihin tozlu sayfalarından bu yana kim bilir kaç defa geçiş dönemi yaşadı bu toplum. Var olmak, özgür olmak, bedel ister ya. Belki de bu coğrafyayı paylaşan insanların birliği için yeniden bir bedel ödüyoruz.
Elbette her türlü eksikten, yarımdan, yanlıştan, sanal gerçeklerden hakikate yol almak hummalı bir çaba ister. Zıtları aynı kâbede buluşturmak, ikileri bir de cem etmek bedel ister.
İşi, konumu ne olursa olsun her fert, bu geçiş döneminin bedelini ödemeye talip olmalıdır. Her ne ise kaldırdığımız yükün, yaptığımız işin hakkını vermek, işin içine girmek, işi bitirmek, başarılı olmak böylece hanemize düşen bedeli ödemek zorundayız. Yarım bırakılmış hayatlar misali işleri eksik yapmak, insanların önünü açıp, hafifletmek yerine onları daraltmak, daha da ağırlaştırmak, yetersizliğini laf kalabalığı ile izole etmek sadece işin hakkına değil, topluma da zarardır.
Nefreti kendimize zerk etmekten vazgeçersek sevgiye şahit oluruz. Böylece filizlenir aşk ve kuşatır insanları. İç duvarlarımızı yıktıkça aşk kemale erer, Güzel’e yönelir, ceset taşımaktan ruh taşımaya yol alırız.
Unutmayalım ki aynı fikirde olmadığımız halde huzuru ve barışı yakalayabiliriz ailede, iş yerinde ve toplumda. Yeter ki yabancı kalmayalım birbirimize. Yeter ki ötekileştirme gayretlerini boşa çıkarmak için kılımızı kıpırdatalım. Yeter ki yüzlerimizi yüz yüze getirelim. Zira gönüllerimizin soluk aldığı, beslendiği irfan kaynaklarımız bir. Türkülerimiz ve rüyalarımız gibi umutlarımız da bir. Nihayet mayamızdaki en yüce değer, gönlümüzdeki taht Bir.
Dr. İlhami Fındıkçı
(Davranış Bilimleri Uzmanı)