Yine bir sonbahar ve yeniden kışa dönüyor tabiat. Yapraklar ağaçları terk ederken kuşlar sıcaklara doğru kanatlanıyor yeniden. Yeryüzü soğuk bir çehreye bürünürken canlılar sıcak günleri özlemeye başladı bile. Hava sertleşip sular serinledikçe canlılar, bedenlerini korumanın telaşında. Bu sonsuzluk âleminde her şey yerli yerinde, normal seyrinde devam ediyor.
Ancak âlemin numunesi insan, bu normalle yetinmiyor. Düşünce, duygu ve davranışlarıyla normale sığmıyor insan. Tabiattaki olağan akışın dışına çıkma, doğal düzeni kendine göre değiştirme telaşında. Yaz ayında kışı yaşamanın, mevsiminde yetişmeyen meyvenin, dikensiz gülün peşinde koşuyor insanın.
Yeryüzünde bulunduğumuzdan beri süren normalin dışına çıkma isteğimiz, kendimizden ve doğadan uzaklaştırdı bizi. Geldiğimiz noktada insan kendini kuşatmaya ve kendine kıymaya başlamıştır. Evet, günümüz insanı kendi eliyle bir kuşatma altındadır.
Her şey muazzam bir düzen ve disiplin içinde usulünce değişip dönüşürken insan ya yerinde sayıyor yahut bu değişimin ötesine geçiyor. Hayatın normal akışıyla yetinmeyince evrensel düzenin şartlarını zorluyor. Değişimin cazibesi, bizi tüm sistemi var eden yegâne ve değişmeyen tek güçten uzaklaştırmaya başlıyor. Sonuçta tabiatın bize sunduklarının dışındaki her şeyi zorlar haldeyiz. Ve kendi gerçeğimiz olan normalimizden saparak yeni normaller geliştirmeye, aşırılığa ve taşkınlığa başladık.
EN İYİ VERSİYONUMUZ
Türk Dil Kurumu Sözlüğü normal kelimesini; “alışılmış olan, olağan, aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama, ortalama durum” şeklinde tanımlamıştır(1). Bu tanım bile günümüzde hayatın tüm yüzlerinde normalin dışındaki resmimizi anlatmak için yeterli. Zira günümüz insanı yaşamın her düzeyinde alışılmış olanın dışına çıkma, olağandan uzaklaşma, aşırılık ve taşkınlığın peşine düşmüştür. Çünkü sade, sıradan ve ortalama bir insan olmakla yetinemiyoruz.
İngilizcede marangozların gönyesi için kullanılan norm sözcüğü, toplumsal hayatın gelişmesiyle ihtiyaç duyulan sayısal veriler, standartlar ve istatistik çalışmaların hızlanmasını sağladı. Devlet yönetiminden siyasete, sanayi üretiminden sağlığa, eğitimden insan psikolojisine kadar hayatın standartları gelişti.
Toplumsal yaşamı kolaylaştırmaya yönelik standartlar zamanla öylesine koyulaştı ki hayatımızın normal akışına zarar vermeye ve bizi doğal düzenden uzaklaştırmaya başladı. Yani hayatı düzenlemeye yönelik kurallar, insanı varoluşundan gelen doğal yaşam döngüsünden, kendi normalinden uzaklaştırdı.
Sıradan bir insan olmak, bir evde aile üyeleriyle birlikte yaşamak, sevmek, sevilmek, âşık olmak, yuva kurmak, çocuk sahibi olmak, kariyer yapmak, topluma bir katma değer sunmak, üretici olmak… Bizi insan kılan bu normal davranışlara sığamıyor ve ötesine talip oluyoruz.
Doğal potansiyelimizin farkına varma, kendimizi keşfetme ve gerçekleştirme çabası azalınca iç barışımız bozuluyor ve mutsuz oluyoruz. Çünkü insan yeryüzünde sürekli olarak kendisinin en iyi versiyonunu geliştirmenin peşinde olmadığında normalden sapar ve uçlarda yaşamaya başlar.
İNSAN KUŞATMA ALTINDA
Psikoloji bilim dalının kurucusu sayılan Freud’un aldığı en büyük eleştiri de normal ve normal dışı ayırımındadır. Sosyetenin marjinal kesimindeki normal dışı insanlarla çalışan Freud, insanın esasen kötü ve sapkın tabiatlı olduğunu ve toplumun iyileştirme gücüne ihtiyaç duyduğunu vurgulamıştır. Bunun içindir ki psikoloji uzun yıllar normali ihmal etmiş, normal dışı davranışlarla ilgilenmiştir. Normalden sapmış, uçlarda yaşayanlara odaklanan psikoloji yeni yeni normal insana ve normal davranışlara yönelmiştir.
Zira insanda normal ve anormal eğilimler, iyi ve kötü potansiyeller mevcuttur. Genetik miras ve çevre koşullarının etkisi altındaki bu potansiyellerin açığa çıkması insanın çabasına bağlıdır.
Burada karışmaması gereken bir nokta var. Tabiatla uyum halinde olmak, normal bir yaşam seyri içinde olmak, ataletin olduğu miskin bir yaşam değildir. Hayatın çeşitliliğinden uzaklaşmak değildir. Aksine kendini geliştirmek, daha iyi ve güzeli yakalamak, farklı üretimler yapmak ve kendini gerçekleştirmek, sıradanlığı aşmak, ortalama standartlarla yetinmemek insanın normalidir.
Ancak bu, genel yaşam düzeni ve hayatın akışının dışına ve üzerine çıkmak değildir. Bu, temel kişilik özellikleri ve benlik değerini yaşamın merkezine koymak ve ortalama bir insanın üzerinde bir görüntü vermek değildir. Bu, kendi bakırını, başkasının altınından yukarıda görmek değildir.
Maalesef günlük yaşamda davranışlarıyla hayatın üstüne çıkan, çevresindekilerin yaşam alanını daraltan, benlik değerlerini her şeyin ölçüsü yapan, her yerde farklı davranan insan modeline fazlaca rastlıyoruz. Bu tipler hayatın olağan akışına sığmıyor. Çünkü ahlak ve erdem zayıflamıştır. Çevredeki insanları etki altına almakla yetinmezler de neredeyse günler, mevsimler, ağaçlar, yapraklar kendi arzularına hizmet etmeliymiş gibi çizgi dışı beklentilerin peşine düşerler. Amaçlarına ulaştıracak her aracı kullanırlar. Benlikleri o kadar şişer ki hayattayken öldüklerinin farkına varamazlar.
Bundan olsa gerek Mevlana’dan ders almak isteyenler önce dergâhın mutfağının girişinde üç gün bekletilirdi. Hizmetin en alt kısmından başlama sabrını gösterenlere “can” denirdi. Bu, varlığın öldürdüğü, hayatın doğal akışının dışına çıkan kalbin yeniden yeşermesi, yeniden canlanmasıdır.
(1) http://www.tdk.gov.tr, 19.11.2023.